Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1066
Teknoloji Bağımlılığı
“İletişim Yoluyla Kendimizi Var Ediyoruz”
Yaşamın vazgeçilmez bir öğesi olan iletişimle bir yandan duygu ve düşüncelerimizi paylaşırken diğer yandan da bilgi sahibi oluyor ve sosyalleşiyoruz. İstinye Üniversitesi Rektör Yardımcısı, İletişim Fakültesi Dekanı ve Yeşilay Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Peyami Çelikcan, doğru ve etkili bir iletişimin temelinin konuşmaktan değil dinlemekten geçtiğini belirtiyor ve ekliyor: “İletişim yoluyla kendimizi var ediyoruz. Birileri var edip birileri edemiyorsa işte o noktada çatışma için riskler yeşermeye başlıyor.”
En temel haliyle bir bilgi, duygu, düşünce veya isteğin bir göndericiden bir alıcıya aktarılma süreci olarak tanımlanan iletişimi oluşturan öğeler nelerdir?
Öncelikle insanoğlu duygu ve düşüncelerini başkalarıyla paylaşma ihtiyacı duyar. Bu insani bir durumdur. Niçin buna ihtiyaç duyarız? Çünkü aktardıkça kendimizi var ederiz. Paylaşarak çoğaltırız, sıkıntılı konuları tahammül edilebilir hale getiririz. Mutlu duygularımızı da paylaşarak çoğaltma imkânı elde edebiliriz. İletişimin gelişmeyi sağlayan bir yönü vardır. Birbirimize sadece duygu değil, düşünce ve fikir de aktarırız. Öğrenmek için, duygularımızı paylaşmak için iletişim içinde olmamız gerekir. Bütün bunlar insani birer ihtiyaçtır.
Bunun amacına uygun şekilde gerçekleşmesi için bilmemiz gereken bazı kurallar var tabii ki. Bir kere şunu unutmamak gerekiyor: İletişim tek yönlü akışı olan bir süreç değil; çift yönlü akışa sahip bir süreç. Dolayısıyla duygu ve düşüncelerimizi aktarırken, kendimizi var etmeye, göstermeye ve kanıtlamaya çalışırken karşımızdakinin de böylesi bir ihtiyaç içinde olduğunu unutmamamız gerekiyor. Bizim verdiğimiz mesajlar kadar karşı tarafın da bize dönük mesajlarına açık olmamız gerekiyor.
ONAYLANINCA MUTLU OLUYORUZ
Peki düşüncelerimizi neden paylaşıyoruz?
Karşı taraftan teyit almak isteriz ve bunu alınca da mutlu oluruz. Bunun için insan paylaşmak ve karşısındaki tarafından onaylanmak ister. İletişim sadece kendi duygu ve düşüncelerimizi paylaştığımız bir süreç değildir; karşı taraftan da geri dönüşüm aldığımız bir süreçtir. Bu geri dönüşler hem iletişimi daha etkin kılar hem de ihtiyaçlarımızı karşılar. Teyit alma süreciyle düşüncelerimizi paylaşıyoruz. O zaman geri dönüş için karşı tarafa da bir fırsat sunmamız gerekiyor. Kişiler arası iletişim sürecinin kopmasının bir nedeni de bunun tek yönlü bir akışa dönmesidir. Böyle bir durumda hem mesajı gönderen hem de mesajı alan için anlamsız, etkisiz ve başarısız bir iletişim biçimi ortaya çıkıyor. Kişiler arası iletişimin etkin, başarılı ve ihtiyaçları karşılayan bir boyut kazanabilmesi için, bunun çift taraflı bir süreç olduğunu; gönderenin aynı zamanda alıcı, alıcının aynı zamanda gönderici olduğu etkileşimli bir süreç olduğunu unutmamak gerekiyor.
“İLETİŞİM OLMAZSA ÖĞRENEMEYİZ”
Yaşamın vazgeçilmez bir gereği olarak dinamik bir süreç içeren iletişime geniş bir açıdan bakacak olursak size göre iletişimin insan hayatı ve sosyal yaşam için önemi nedir?
En başta iletişim olmazsa öğrenemeyiz. Hayatı öğrenerek keşfediyoruz ve hayata öğrenerek tutunuyoruz; bunun da yolu iletişimden geçiyor. Doğduğumuz andan itibaren iletişim yoluyla hayatı öğreniyoruz; dili öğreniyoruz ve geliştiriyoruz. Bebeklikten itibaren geliştirdiğimiz bir beceriden bahsediyoruz. Bu beceri ile hayatı öğrenip hayata tutunuyoruz. Ardından kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla iletişim insan için en temel ihtiyaçlardan bir tanesi. İletişim bizim bilgi, paylaşım ve sosyalleşme kaynağımız.
İletişim sadece bilgi ve eğitim açısından değil, aynı zamanda paylaşım açısından da önemli. Bizi sosyalleştiren bir süreç. İletişim içine girmemizi zorunlu kılan nedenlerin başında, bizim insan olarak sosyalleşme ihtiyacımız belirleyici oluyor. İletişim bu bakımdan ilk olarak bilgilenme, ikinci olarak ise sosyalleşme aracıdır. Bunlar hayatımızda iletişim faaliyetlerini zorunlu kılıyor.
İletişimin toplumsal kanun ve kuralları sağlıklı bir biçimde işletebilme ve çatışmaları çözme noktasındaki rolünü ve etkisini nasıl açıklarsınız?
Bireysel ve toplumsal düzeydeki çatışmaların temelinde aslında ya iletişim kazaları ya da iletişimin yeterince etkin kullanılamaması yatıyor. Gündelik hayatımızda şunu sıkça deneyimlemişizdir. Bireyler arasında bir çatışma çıkmıştır ama aslında oturup konuşulmaması, yanlış anlaşılmaların olması, bazı konuların yeterince ifade edilmemesi gibi nedenlerle gereksiz bir çatışma içine girildiği anlaşılır ve insanlar birbirlerini anlar; uzlaşma sağlanır ve birbirlerinden özür dilerler.
Peki bunun temelinde ne yatıyor?
İnsanların birbirini yeterince iyi anlamaması ya da anlatamaması… Öyle bir iletişim içinde olabiliyoruz ki ben kendimi size ifade edemiyorum; dolayısıyla çatışma başlıyor. Örneğin aile içi iletişimde çocuk kendini ifade etmeye çalışıyor ancak ebeveyn çocuğun söylediklerini kafasındaki ön yargıya göre değerlendiriyor ve o noktada iletişim bitiyor. Çocuk kendine güvenilmesini, ciddiye alınmasını ve dinlenilmek istiyor. Buna cevap verilmeyince, söylenenler ön yargılarla yok sayılınca, çatışma kaçınılmaz oluyor. Bireyler arası ve gruplar arası iletişimde de benzer sorunlar görüyoruz. Toplumun bir kesiminin başka bir kesimine bakışının negatif olması genellikle diyaloğun kurulamamasından kaynaklanıyor. Gruplar arası iletişime bakacak olursak bir grup ne toptan iyidir ne de toptan kötüdür; içlerinde iyi de vardır kötü de…
ÇATIŞMALARIN KAYNAĞI İLETİŞİMSİZLİK
Peki çatışmada sorun nereden kaynaklanıyor?
Ön yargılı değerlendirmelerle diyaloğu kesmek, iletişime geçmemek tercihi potansiyel bir sorun kaynağı ve çatışmanın alt yapısını oluşturuyor. Diyalog içinde olursanız çatışma minimum düzeyde olur; ancak diyalog kapıları kapatılırsa her vesileyle çatışma ortamı açık hale gelir. Çünkü birbirimizi diyalog ve iletişim yoluyla anlıyoruz ve tanıyoruz. Kötü bir birey olmadığımızı gösterebiliyoruz. Hâlbuki karşımızdaki kişi bizi “kötüler kategorisi”nde listeleyebilir. Bunu değiştirmenin yolu ise iletişimden geçiyor.
Toplumsal barışın sağlanması amacıyla, etkin iletişim kanalları açmak ve farklı grupların kendini ifade edebilecekleri ortamları yaratmak için demokrasilerde çoğul ve çok sesli medya ortamı vardır. Bunun amacı toplumun her kesiminin kendisini ifade etmesi ve karşı tarafın da bunu görmesidir. Her birimiz iletişim yoluyla kendimizi var ediyoruz. Birileri var edip birileri edemiyorsa işte o noktada çatışma için riskler yeşermeye başlıyor. Bu bakımdan demokratik sistemler insanoğlunun yönetim biçimindeki en ileri düzeyi, tekamülü gösteriyor. Bu sistemde binlerce yıllık insanlık tarihi içindeki pek çok soruna çözüm üretiliyor. İşte bu çok seslilik meselesi bu anlamda önemli hale geliyor. Her ses kendini ifade ettiği sürece toplumsal çatışmalar da minimum düzeye iniyor.
İLETİŞİM BECERİLERİ GELİŞTİRİLEBİLİR
İletişim becerileri nelerdir? Etkili iletişim becerileri nasıl geliştirilir? Bunları geliştirebilmek neden önemlidir?
Bir alanda beceri geliştirirseniz o alanı daha etkili kullanırsınız. İletişimi etkili kılmak için de iletişim becerilerini geliştirmek gerekiyor. İletişim dediğimiz zaman birçok farklı iletişim formatından bahsediyoruz. Dil üzerinden sözel ya da yazılı iletişim gibi… Günümüzde bir bireyin iletişim becerilerini geliştirme zorunluluğu var. Bu, kendini, duygu ve düşüncelerini daha iyi ifade edebilmek için gerekli.
Peki buna neden ihtiyaç var?
Çünkü kendimizi karşımızdakine daha iyi ifade etmek durumundayız. Bunun yolu öncelikle dili öğrenmek ve etkili kullanmaktan geçiyor. Bazı insanlar kendini çok daha iyi ifade eder ve bu sanılanın aksine doğuştan gelen değil, geliştirilen bir yetenektir. Dili kullanma becerimizi geliştirebiliriz; ancak bunun için çaba sarf etmemiz gerekiyor. Bunu sağlamanın en iyi yolu da okumaktan geçiyor. Dil becerisini geliştirmek demek okumak, dinlemek, dil hazinesini geliştirmek; edebiyat ve şiir okumak demektir. Bunlar ilerleyen yaşlarda dil becerisini geliştiren kaynaklardır.
Şiir okuyarak duygularınızı daha coşkulu ifade edersiniz. Örneğin ilk gençlik çağlarında insanlar aşık olup duygularını anlatma konusunda yetersiz kalınca kendilerini şiir yoluyla ifade ederler. Şiir ve şarkılardan ifadeleri ödünç alırlar; çünkü şairler kendini ifade etmenin ustalarıdır. Bu, iletişimin gücünü artıran bir yöntemdir.
Öte yandan okullarda çocukların kendilerini daha iyi ifade etmesi için de programlar uygulanıyor. Örneğin kompozisyon yazmayı ele alalım. Öğrencilere sürekli kompozisyon yazdırılıyor böylece kendilerini yazarak ifade etmeyi öğreniyorlar.
Dolayısıyla iletişim becerilerini geliştirmeyi doğuştan kazanılmış bir yetenek olarak görmeyip geliştirebileceğimiz bir beceri olarak tanımlamamız ve bununla ilgili bilinçli bir çaba sarf etmemiz gerekiyor.
“BEDEN KENDİ BAŞINA BİR İLETİŞİM ARACI”
Sağlıklı ve doğru bir iletişimi etkileyen faktörler nelerdir? Dinleme, hoşgörü, empati, ön yargı ve beden dili gibi unsurların önemi nedir?
Bir iletişim hareketine geçtiğimizde buradaki etki sadece konuşma biçimimizden, seçtiğimiz kelimelerden ve bu kelimelere yaptığımız vurgulardan kaynaklanmıyor. Aynı zamanda beden dilinden de kaynaklanıyor. Beden kendi başına bir iletişim aracı. Duruşumuz, bakışımız, jestlerimiz, mimiklerimiz, hareketlerimiz karşı tarafa bir mesaj veriyor. Bu bakımdan iletişimde konuşan ve dinleyenin beden dili çok önemli. Örneğin dinleyenin beden dili konuşan (mesaj gönderen) açısından çok önemli bir referans. Öyle bir beden dili ile karşılaşabilirsiniz ki karşı tarafın sizi hiç dikkate almadığını fark edersiniz. Söylediklerinizin teyit etmediğini karşınızdakinin bakışlarından, duruşundan, jest ve mimiklerinden anlarsınız. Bu durumda iletişim kopabilir.
Konuşan açısından beden dilinin önemi ise duyguları daha güçlü ifade etmede destekleyici olmasıdır. Bu iletişime dinamizm, aksiyon katar. Sözün gücü hareketle güçlenir.
Ayrıca empati iletişimde çok önemlidir. Kendimizi karşı tarafın yerine koyup onu da anlamamız gerekli. İletişimde karşı tarafın duygu ve düşüncesini almak, ona cevap hakkı vermek etkiyi artıran bir durum. Tek taraflı mesaj iletiminde hem iletişim kopar hem de varsa mevcut olan sorun devam eder. Bu bakımdan iletişimin temeli konuşmak değil dinlemektir; dinlediğimiz sürece etkin bir iletişim sürecini ayakta tutabiliriz.
“BAŞARILI İLETİŞİMİN ÇIKTISI MUTLULUKTUR”
Kullandığımız iletişim tarzı ilişkilerimizi de yakından etkiliyor. Bu anlamda iletişim ve mutluluk ilişkisini nasıl tanımlarsınız?
Kişiler arasındaki performansımız; bizi sevilen, sohbet etmekten keyif alınan, gerektiği zaman iletişime geçmek için heyecan duyulan bir figür haline getirebilir ya da tam tersi kaçılan bir figür de yapabilir. Dolayısıyla iletişimde olduğumuz insanlarla yaşadığımız deneyimden memnun olmak isteriz. Memnun oldukça da mutluluk düzeyimiz artar. Bu durumla ilgili hoşsohbet kişiler için örneğin “Ağzından bal damlıyor.” deyimi kullanılır. Bu kişilerle oturup sohbet etmek bize keyif ve heyecan verir. Eğer uzun süre görüşemediysek arayıp görüşmek isteriz. Ancak bazı kişilerden de tam tersi kaçmak isteriz.
Bunun sebebi nedir?
Buradaki temel sorun iletişimin çift yönlü yapısına özen göstermemekten kaynaklanıyor. “Ben konuşayım başkaları dinlesin.” Böyle bir şey yok! Sen konuşacaksın aynı zamanda da dinleyeceksin, karşı tarafa da söz hakkı vereceksin. Etkili İletişimde “ben” merkezli bir süreçten değil “biz”in olduğu bir süreçten bahsediyoruz. Sizin ne kadar teyide ihtiyacınız varsa karşı tarafın da ihtiyacı var. İşte empati burada devreye giriyor.
İletişim kanalları açık olduğu, dilin güzel kullanıldığı, paylaşacağımız güçlü mesajların olduğu zamanlarda, başkalarının bilmediği konularda bir takım bilgileri paylaştığımızda dinleyenimiz, soru soranımız da çok oluyor. Yalnızca dinleyici ararsak olmaz; aynı zamanda soru soranı da aramak gerekiyor. İletişim eğer dengeli, demokratik, karşılıklı rol paylaşımına dayalı olarak empati ve hoşgörü üzerinden işlerse insanı duygusal olarak tatmin eden, mutlu eden bir sonucu ulaşabilir. Bu yalnızca duygusal bir tatmin değil, aynı zamanda iletişim bilgilendirme düzeyini de artırma çabasıdır. Bunu şöyle örnekleyebiliriz: Bazı kişiler bizi iletişim kanalları üzerinden bilgilendirir ve biz bu kişileri dinlemekten keyif alırız. Burada ikili etkileşim çok ön plana çıkmaz çünkü burada bilgi ile alakalı bir durum vardır. Bilgi seviyenizi yükseltirsiniz ve bundan mutluluk duyarsınız. Dolayısıyla, “Başarılı iletişimin çıktısı mutluluktur.” diyebiliriz.
DİJİTALLEŞME VE DEĞİŞEN MEDYA
Günümüzde kitle iletişimi ve kitle iletişim araçları ön planda. Size göre kitle iletişiminin toplumsal rolü nedir?
Kitle iletişim araçları bireyler üzerinde ve toplumsal düzeyde çok önemli bir etkiye sahip. Bu etki 21’inci yüzyıla kadar geleneksel medya olarak tanımladığımız radyo, televizyon, sinema, gazete gibi geleneksel iletişim araçları üzerinden gerçekleşiyordu. 21’inci yüzyılla birlikte yeni medya dediğimiz dijital özellikteki yeni medya formatı kitleleri etkisi altına almaya başladı. Dijital medyada kitleler belli mecralarda odaklanıyor. Örneğin önceleri televizyon üzerine bir araştırma yapmak kolay olabilirdi. Şimdi öyle bir dünyaya girdik ki çok farklı ve zengin bir medya ortamı var. Kim, nerede, ne yapıyor bunu bilebilmek mümkün değil. Herkesin takip ettiği farklı mecralar var. Yani eskisi gibi herkesin izlediği bir film olması gibi bir durum söz konusu değil. Herkesin hayran olduğu bir şarkıcı yok artık. Daha küçük gruplar nezdinde popüler olmuş şarkıcılar, diziler, oyuncular var. Ya da popüler gündem her grup için farklı şekillenebiliyor. Böyle olunca da etkiyi ölçmek giderek zorlaşıyor. Bu bakımdan günümüzdeki bu medyanın etkisi konusundaki tartışmalar daha karmaşık hale geldi.
Burada genel anlamdaki sorun şu: Kitle medyası ulusal ve uluslararası düzeyde insanları tüketim kültürünün aktif birer üyesi haline getiriyor. Daha fazla tüketerek mutlu olmak, sosyal statü değiştirmek gibi tüketim kültürünün temel dinamiklerini yansıtan, kitleleri bu yönde yönlendiren içeriklerle karşı karşıya kalıyoruz. Günümüzde medya içeriği bizi sadece eğlendiren, güldüren değil; aynı zamanda bizatihi içeriğinde çeşitli ürün ve hizmetleri tanıtan ve pazarlayan bir işlev yükleniyor. Artık bir dizi hikâyesi için izlenmiyor. O dizideki ev dekorasyonundan kişisel bakım malzemelerine, arabadan yeme-içme mekânlarına kadar her şeye dair bir izlenim ediniyoruz. Kişi kendisini böyle bir hayatın parçası haline getirme çabası içine giriyor. Bunun yansımalarını sosyal medyada da görüyoruz.
Bu konuda bizim bireylere tavsiyelerimiz şunlar: Medya kullanımına dikkat edeceğiz; bilinçli medya kullanıcısı olacağız. Medya mesajlarını eleştirel bir gözle tüketeceğiz, medya kullanımını sınırlandıracağız ve serbest zaman aktivitelerinde sadece medyaya yer vermeyeceğiz.
DİJİTAL MEDYADA TÜKETİCİ AKTİFLEŞTİ
Gelişen teknolojinin ve artan sosyal medya kullanımının sosyal iletişim becerilerine etkisinden bahsedebilir misiniz? Size göre sanal iletişimin gerçek iletişimin önüne geçmesi nasıl sonuçlar ortaya çıkarır?
Artan dijitalleşme, bireyin kendisini ifade etme imkânlarını olabildiğince genişletti. Dolayısıyla kişi, her yerde kendini var edebileceği çok güçlü bir araca sahip. İnsanlar niçin bu kadar zaman harcıyorlar? Çünkü bir yandan kendini ifade ediyor diğer yandan da kendini ifade edenleri takip ediyor. Bu sanal dünya bambaşka bir iletişim biçiminin doğmasına neden oldu. Geleneksel medya kullanımında birey pasif vaziyettedir. Dijital medya ise sadece izlediğimiz, içerik tükettiğimiz bir mecra değil; aynı zamanda içeriğe müdahale ettiğimiz, içerikle ilgili geri dönüşte bulunduğumuz, içeriği paylaştığımız, yorumları aktaranlarla tartışma gerçekleştirdiğimiz hareketli, dinamik bir ortama dönüşmüş durumda.
Yani iletişimin çift yönlü olma durumu, kişiler arası iletişim dışında kitle iletişimi düzeyinde de dijital medya bağlamında gerçekleşmeye başladı. Bu tabii ki insanları çok etkiliyor. Akıllı telefonlarda paylaşım, etkileşim bağlamında bir hareket, bir geri bildirim var. İnsanın çok ihtiyaç duyduğu teyit meselesi var. Paylaşımlardaki beğeni sayısını niye önemsiyoruz? Çünkü beğenme düzeyi ile birlikte onaylanmış oluyoruz. Kendimizi daha mutlu hissediyoruz. Beğeni düzeyi ile mutluluk arasında doğru orantılı bir ilişki var. Bu sefer insanlar “Daha fazla nasıl beğeni alabilirim?” çabasına giriyor. Bu karşılıklı etkileşim bu mecralara harcanan süreyi uzatıyor. Burada dipsiz bir kuyu ile karşı karşıyayız ve bu kuyu karanlık değil çok renkli bir kuyu. Yani hiçbir sosyal medya platformu size “Bitti.” demiyor. Böyle bir sorun yok.
Dijital medyanın etkisinden şöyle bahsedebiliriz. Bizi sosyal hayattan uzaklaştırıyor ve yerine sanal sosyal ortamları getiriyor. Dijital sosyal ortamlarda var oluyoruz ve bu varoluş biçimimiz sahte bir varoluş. İnsanlar orada gerçek hayatındaki kişiliği ile var olmuyor. Dijital ortamda hayatımızdaki olumsuzlukları, çirkinlikleri, zayıflıkları paylaşmıyoruz. Bizi ne iyi gösterecekse onu paylaşıyoruz. Bu sanal realite içinde herkes çok güzel, iyi yerlerde yiyip içip geziyor; hiç acı ve kötülük yok, sorun yok, mücadele yok. Ama hayat böyle bir şey değil ki…
Sosyal hayattan niçin kopuyoruz?
Çünkü burası çok güvenli. Burada çerçeveyi siz belirliyorsunuz. Arkada ne görünecek, siz nasıl görüneceksiniz onu da siz belirliyorsunuz. Dolayısıyla bir başka sen olabiliyorsun ama gerçek değil. Burada mutluluk inşa edilme çabası ikame olduğu için, sanal olduğu için o duygu tatmin edilemiyor. Belli bir aşamadan sonra tatminsizlik oluşuyor ve bu da depresyona neden oluyor.
Peki bu durumda ne yapmak gerekiyor?
Tabii ki kendimizi gerçek hayatta var edeceğiz. Gerçeklerle yaşamayı öğreneceğiz, zorluklarla mücadele etme gücüne sahip olacağız. Güçlü olmak zorundayız yoksa çok kolay şekilde davranışsal bir bağımlılığa sahip olabiliriz. Bu da bir başka bağımlılığın eşiğidir. Konuyla ilgili yapılan araştırmalar da bunu gösteriyor.
PROF. DR. PEYAMİ ÇELİKCAN KİMDİR?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü’nden 1986 yılında mezun oldu. 1987 yılında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1988 yılında YÖK Başkanlığı Yurtdışı Lisansüstü Eğitim Bursu ile Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti ve 1990 yılında İletişim Sanatları alanında University of West Florida’dan yüksek lisans derecesini aldı. 1994 yılında 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları programını tamamlayarak Sinema Televizyon alanında doktor unvanını kazandı. 1996 yılında doçentlik, 2004 yılında da profesörlük unvanlarını aldı. Değişik üniversitelerde görevler üstlenen Prof. Dr. Çelikcan, halen İstinye Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve İletişim Fakültesi Dekanı olarak çalışmalarını sürdürmektedir. İletişim alanında lisans-yüksek lisans ve doktora düzeyinde dersler veren Çelikcan, Türk kültürünün ve tarihinin izlerini takip ederek Orta Asya, Anadolu ve Balkanlar coğrafyasını içine alan belgeseller çekmiştir. Akademik çalışmalarını medya tarihi, sinema tarihi, popüler müzik ve belgesel sinema alanında sürdüren Çelikcan, bağımlılık alanında da çalışmakta ve konuyla ilgili olarak uluslararası projelerde danışman olarak görev almaktadır. Son olarak ERASMUS+ kapsamında gerçekleştirilen ve dört ülkeden bağımlılıkla mücadele eden STK’ların ortaklığında Yeşilay tarafından yürütülen "Drug Awareness on Adults (DAWAP)" projesinin danışmanlığını yürütmüştür. Yeşilay Bilim Kurulu Başkanlığı görevini de sürdüren Prof. Dr. Peyami Çelikcan, International Association for Media and Communication Research (IAMCR), European Network for Cinema and Media Studies (NECS), International Documentary Association (IDA) Üyesi’dir.