Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1069
Yaşam
Yeni Krizlerin Getirdiği Belirsizlikler Küresel Kaygıyı Körüklüyor
Korkular ve kaygılar yüzyıllar boyunca insanoğlunun gündeminde yer aldı. Güvende hissetmek isteyen insanlar; yeme, içme, giyinme ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarla birlikte güvenlik ihtiyacını da zorunluluklar listesinde hep üst sıralarda konumlandırdı. İlkel insanlar doğal afetler (deprem, sel baskını, yangın, kuraklık, olumsuz iklim koşulları), vahşi hayvanlar ve salgın hastalıklardan korunamayıp bu durumlarla karşılaştıklarında korku ve kaygı hissettiler. Zamanla tıp ve teknoloji alanında sağlanan gelişmelerle insanlar, atalarının yaşadığı tehlikelerden korunurken bu sefer de yeni sorunlarla karşı karşıya kalmaya başladılar. Nüfus artışı, doğal kaynakların hızlı bir şekilde tükenmeye başlaması ile dünya nüfusunun bir bölümü açlık ve yetersiz beslenme sorunları yaşamaya başladı. Öte yandan ortaya çıkan kimyasal atıklar, denizlerin, içme sularının kirlenmesine ve bu ortamlarda yaşayan tüm canlıların yaşamlarını tehdit edecek sınırların aşılmasına neden oldu. Tüm bu etkiler birbirine bağlı zincirler şeklinde ilerleyerek günümüz sorunlarını beraberinde getirdi.
YENİ KRİZLER VE GELECEK KAYGISI
Bütün bunlara paralel olarak ortaya çıkan küresel ısınma problemi tüm canlıların yaşamını tehdit etmeye başladı. Son olarak karşı karşıya kaldığımız COVID-19 pandemisinin neden olduğu küresel çaptaki sağlık, ekonomi, enerji ve gıda krizleri ise korku, kaygı ve güvensizliğin tüm dünyada katlanarak yayılmasına yol açtı. Kitle iletişim araçlarının etkisi ile tüm sorunlardan haberdar olan bireylerin çoğu bu tehlikeler karşısında korku duyup ve gelecek kaygısı yaşamaya başladı. Peki pandemi, kuraklık, doğal afet, terör, çatışma gibi olaylar karşısında ne tür kaygı bozuklukları gelişiyor? İnsanlar bu tür olaylara nasıl tepkiler gösteriyor?
Afet kavramı, “insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplara neden olan, normal yaşamı durdurarak veya kesintiye uğratarak toplumları etkileyen ve yerel imkânlar ile baş edilemeyen her türlü doğal, teknolojik veya insan kaynaklı olay” olarak tanımlanıyor. Doğal afetler yüzyıllardır insanlığı tehdit ediyor ve meydana gelen doğal afetler sonucunda insanlar ölüyor veya yaşamları zarar görüyor. Bu afetler sağlık üzerindeki etkilerinin yanı sıra, ekonomi, sosyal ve psikolojik etkileriyle de hem birey hem de toplum üzerinde olumsuz sonuçlara yol açıyor. Afet sonrası oluşan psikolojik travmalar, bireylerin hayatını olumsuz yönde etkilerken ruh sağlığını da bozuyor.
TRAVMATİK OLAYA TEPKİLER
Kişiyi aşırı korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağandışı ve beklenmedik olaylar “travmatik olay”; bu olayların yarattığı etki ise “ruhsal travma” olarak adlandırılıyor. Doğal afetler gibi büyük travmatik olayları tecrübe edenler ise olağandışı bazı tepkiler vermeye başlıyor. Bu tepkiler:
• Güvende hissetmeme, öfke, suçluluk, umutsuzluk, kaybolmuş hissetme, rahatsız edici rüyalar,
• Unutkanlık, dikkat sorunları, kafa karışıklığı, hesaplama yapmada güçlük, sürekli olayı düşünme,
• İştah ve uykuda artma veya azalma yönünde değişiklikler, dinlenememe,
• İletişim sorunları, yalnız kalma isteği, yaşananları sürekli anlatma isteği,
• Ağlama nöbetleri, alkol, sigara veya madde kullanımında artış, bazı yer ve etkinliklerden kaçınma olarak nitelendirebiliyor.
BİREYİN VE TOPLUMUN RUH SAĞLIĞI BOZULUYOR
Afet sonrasındaki kriz ortamında oluşan travmaların etkisi her bireyi aynı düzeyde etkilemiyor. Travma sonrası oluşan bu tepkisel davranışlar kalıcı nitelikte değilse de travma sonrası oluşan psikolojik etkilenme hayat kalitesini uzun bir süre etkisi altına alıyor. Ayrıca ileriki yaşamda yaşanabilecek uzun dönem depresyon gibi farklı psikopatolojilerin görülmesine de neden olabiliyor. Bunun yanı sıra doğal afetler aile içinde ve toplumsal boyutta da birçok farklı etkiye yol açabiliyor. Afet sonrası oluşan fiziksel çevre olayları, yaralanma durumu, ölümler ve maddi kayıplar beraberinde birey ve ailelerin ruh sağlığını olumsuz yönde etkiliyor. Ayrıca afet durumu sonrası oluşan travmatik olayların medya aracılığıyla duyurulması, ülke ve dünya çapında geniş bir kesimin hem psikolojik hem de ekonomik olarak etkilenmesine yol açıyor.
BİLİNMEZLİKLER KORKU VE KAYGIYI ARTIRIYOR
Korku, şu an var olan somut tehdit ve tehlike ile ilgili bir duyguyken; kaygı, kişinin yaşadığı o anda ve gelecekte nasıl gerçekleşeceği belli olmayan, belki de gerçekleşmesi hiç muhtemel olmayan öznel bir durumla ilgili endişe ve tedirginlik duyma hali olarak tanımlanıyor. Bu tanım çerçevesinde travmatik olaylarla karşılaşmak (doğal afetler, salgın hastalıklar ve terör olayları gibi) bireyde ve toplumda korku yaşanmasına neden oluyor. İnsan için en korkutucu şey, “bilinmeyen”. Doğal afetler ve son yıllarda bizzat yaşayarak şahit olduğumuz pandemi, sağlık, iklim, ekonomi, gıda ve enerji krizlerinin getirdiği tüm bilinmezlikler korku ve kaygıyı tetikleyici rol oynuyor.
COVID-19 küresel salgınından önce de tüm dünyayı sarsan olaylar, felaketler, kıtlıklar, dünya savaşları ve çok daha fazla ölüme ve acıya neden olan salgınlar oldu. İnsanlık tüm bu zorlukları sabır, cesaret ve umut ile yenmeyi, hayatı tekrar olağanlaştırmayı başarabildi. Her felaket ve zorluğun ardından hayatın farklı alanlarında bazı değişiklikler de ortaya çıktı. Ancak COVID-19 pandemisi sonrası çoğu kişinin hayata bakışında ve psikolojik durumunda büyük değişimler olduğu da bir gerçek.
COVID-19 HEM FİZİKSEL HEM DE RUHSAL HASARLARA YOL AÇTI
COVID-19 pandemisi yalnızca fiziksel değil ruhsal sağlığımızı da tehlikeye attı. Virüsün yayılmasından dolayı artan kaygı, özellikle evden çıkılamayan karantina dönemlerinde ruhsal sağlığı da etkiledi. Bu süreçte insanlar olumlu ve olumsuz birçok duygu yaşadılar. Küresel salgınla birlikte hafif ve orta düzeyde korku ve kaygı ortaya çıkması beklenen bir durumdu; ancak birçok insanda korku ve kaygı bununla sınırlı kalmayarak daha ileri boyutlara vardı. Pandeminin sebep olduğu korku, kaygı, endişe gibi olumsuz duygular ve stresle karşı karşıya kalan insanlar, süreçle başa çıkmak ve ruh sağlıklarını korumak için çeşitli yollara başvurdular; kuşkusuz ki bunlardan en zarar verici olan eğilim de bağımlılıkların artmasıydı. COVID-19’la mücadele kapsamında alınan önlemlerin gevşetilmeye başlandığı dönem ve sonrasında, eskisi gibi olmayan normal hayata geçişte artan kaygı önü alınamaz bir çığ gibi büyüyüp küresel kaygı bozukluğu salgınına dönüştü. Pandemiden dolayı dünya üzerindeki tüm topluluklarda anksiyete ve depresyon belirtileri, ölüm korkusu, yalnız kalma korkusu, somatik belirtiler en sık görülen psikolojik sorunlar olarak karşımıza çıktı.
Bir yönüyle bencilliği besleyip, dayanışmayı azaltan pandemi; yalnızlığa, biyolojik olduğu kadar psikolojik sorunlara ve bilgi kirliliğine yol açtı; ölüm korkusunu bireysel olmaktan çıkarıp, toplumsallaştırdı. Pandemi diğer yönüyle ise, dayanışma ihtiyacını artırdı ve ortak kader duygusunu güçlendirdi. Bu nedenle sosyal uyumu esas alan bir anlayışa olan ihtiyacımız daha fazla önem kazandı; toplumsal savrulmayı önleyecek ve panik yaşanmasına fırsat vermeyecek yapılanmaya olan ihtiyacımız arttı.
BİREYLER VAROLUŞLARINI SORGULAMAYA BAŞLADI
COVID-19, küresel düzeyde neredeyse tüm insanları ruhsal, fiziksel ve sosyal açıdan eşitleyerek; sağlık, eğitim, gelir eşitsizliği, yoksulluk, işsizlik, göç, iklim krizi, temel insan ihtiyaçlarına erişim dahil her alanda yeni farkındalıklar oluşturdu. Bireyler kendilerini daha çok sorgulayıp, hayatlarını gözden geçirmek gibi yaşamlarına ayna tuttukları bir dönem yaşadı. Çoğu birey varoluş sebebini ve var olma ritüellerini sorgulayarak hayatını anlamlandırma arayışı içine girdi.
İKLİM ANKSİYETESİ
Dünyanın en önemli çevre problemlerinden biri olan iklim değişikliği de günümüzde en çok tartışılan küresel düzeydeki halk sağlığı sorunları ve tehditleri arasında yer alıyor. Son dönemde bilimsel gelişmeler; hastalıklardaki ve ölüm oranlarındaki artışı insan kaynaklı ısınmayla giderek daha çok ilişkilendirmeye başladı. Yapılan araştırmalar ayrıca, iklim değişikliğinden kaynaklı sağlık tehditlerinin risklerinin daha doğru bir biçimde belirlenmesine imkân sağladı.
İklim değişikliğine bağlı aşırı hava olaylarının ruh sağlığı üzerinde doğrudan etkileri bulunuyor. İklim değişikliği; temiz hava, yeterli gıda, güvenli içme suyu ve barınma imkânlarını tehdit ederken ruh sağlığı sorunlarına yol açıyor. Amerikan Psikoloji Derneği tarafından 2017 yılında yayınlanan bir çalışmada iklim değişikliğinin ilişkili olduğu psikolojik rahatsızlıklar depresyon, anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu, madde bağımlılığı, çaresizlik ve kadercilik, sosyal ilişkilerde sorun yaşama, kimlik kaybı olarak nitelendiriliyor. İklim değişikliğinin yarattığı olumsuz duygularından biri de artan anksiyete olarak kabul ediliyor. İklim anksiyetesi beraberinde umutsuzluk, güçsüzlük, endişe, çaresizlik gibi duyguları getiriyor.
KÜRESEL DEPRESYON VE GIDA KRİZİ
Dünya ekonomisinin çok kırılgan olduğu bir dönemde patlak veren korona virüs salgını başlangıçta salt ekonomik göstergeleri negatif etkilerken devletlerin salgına karşı almaya başladığı önlemler sadece dünya ekonomisinin sorunlarını değil toplumlar üzerindeki korku ve kaygı iklimini de “küresel depresyon” olarak tanımlanacak düzeyde ağırlaştırdı. Salgınla beraber baş gösteren sorunların hemen ardından Rusya-Ukrayna savaşıyla etkisini iyice hissettiren gıda krizi baş gösterdi. Pandemi döneminde yaşanan tarım ve hayvancılıktaki üretim sorunları ve tedarik zincirindeki kopmalar özellikle gelişmiş ülkelerdeki refah seviyesi yüksek toplum kesiminin refah seviyesine uygun gıda ürünlerine ulaşmasını zorlaştırdı. Süpermarketlerin rafları boşalırken raflardaki ürünlerin fiyatlarındaki artış özellikle nüfusun düşük gelirli kısmını olumsuz etkilemeye başladı.
Çin ve Hindistan gibi dünyanın en büyük tahıl üreticisi devletlerinin buğday, mısır, pirinç, şeker gibi stratejik ürünlere getirdiği ihracat yasakları ve Rusya-Ukrayna savaşı kaynaklı tedarik sorunları nedeniyle; Mısır, Cezayir, Afrika'da Sahra Altı ülkeleri gibi büyük ölçüde gıda ithal eden görece yoksul ülkelerde hem fiyat hareketleri hem de tedarik sorunları oluştu.
UNUTMA VE İNKÂR MEKANİZMASI DEVREYE GİREMİYOR
Varyantlarıyla halen etkisini sürdüren korona virüs salgını birey ve toplum hayatını hiç olmadığı kadar değiştirdi. Uzmanlar, salgın öncesinde yürürlükte olan “kaygı çağı” ve “korku kültürü” özelliklerinin daha da pekişip yaygınlaşabileceğini vurguluyor. Pandemiye bağlı olarak ortaya çıkan davranış ve zihniyet değişikliklerinin belirli bir dönemle sınırlı kalmayacağını belirtiyorlar. Salgında geniş kesimleri etkileyen korku, kaygı, travma, matem, izolasyon ruh hali, sosyoekonomik alanda ortaya çıkan olumsuzlukların yanında, uyum sorunları gibi psikopatolojilerin de toplumsal psikolojiye yerleşerek ruh sağlığını tehdit edeceği ifade ediliyor. Uzmanlara göre, salgın tamamen yatışsa ve ortadan kalksa bile, daha önceki felaket durumları sonrasında hemen devreye giren unutma ve inkâr etme mekanizması, küreselleşme döneminde ilk kez tüm dünyayı etkileyen ve medya aracılığıyla insanların gözlerine ve psikolojilerine sokulan bu salgında hemen devreye giremeyecek. Unutma ve inkâr psikolojisine mani olan faktörler ise “benzer salgın ihtimallerinin ve biyolojik savaş söylentilerinin her zaman gündemde olması gerçeği” olarak ifade ediliyor.
TERCİHLERİMİZ GELECEĞİ ŞEKİLLENDİRECEK
Yeni krizler, kendisini ve sistemi sorgulayan günümüz insanını güvenli bir gelecek için keskin bir dönüşüme zorlayarak şu ayrıma götürüyor: yeni bir yaşam felsefesi ya da kaygı çağında kaybolan insan… Pandeminin ardından nasıl bir toplum ortaya çıkacak? Ülkeler birlik halinde mi hareket edecek yoksa izolasyona mı yönelecek? Polis ve gözetim aygıtları yurttaşları korumak için mi yoksa baskı altında tutmak için mi kullanılacak? İsrailli tarihçi ve "Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi" kitabının yazarı Yuval Noah Harari, COVID-19'a karşı mücadelede tercihlerimizin, gelecekte de dünyayı şekillendirmeye devam edeceğini söylüyor ve “Bu kriz bizleri büyük kararlar almaya ve bunu çabuk yapmaya zorluyor. Ama seçeneklerimiz var." diyor. Harari seçenekleri ise şu şekilde açıklıyor: “Birincisi, totaliter gözetim ile yurttaşı yetkilendirme/güçlendirme arasında yapılması gereken tercih. İkincisi ise, milliyetçi bir yalnızlık ile küresel dayanışma arasında yapacağımız tercih.” Harari’nin seçeneklerine alternatif sunulan üçüncü yol ise şu şekilde tanımlanıyor: Sosyal devleti, yurttaşı, özgün milli seçeneği ve uluslararası dayanışmayı güçlendirmek...