Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1069
Yaşam
İklim Değişikliğinin Ortaya Çıkardığı Kaygı Hâli: Eko-Anksiyete
Günümüzde insanlar iklim değişikliğinden kaynaklanan sorunlara karşı daha duyarlı hale geldi. İklim krizinin insanların ruh sağlığı üzerinde nasıl bir etkisi var? Ne tür rahatsızlıklara yol açıyor?
İnsan, ilk çağlardan beri yaşamını devam ettirmek ve dünyaya hükmetmek için çeşitli yollar denedi ve bu denemeler sonucunda doğayı olumsuz yönde etkiledi, ona zarar verdi. İnsanın doğaya verdiği bu zarar Sanayi Devrimi ile beraber yıkıcı bir ivme kazandı. Bu dönem ile birlikte artan hammadde ve enerji ihtiyacının giderilmesi amacıyla doğal kaynakların aşırı kullanımı, fosil yakıtlara dayalı büyüme anlayışı, yanlış gıda ve hayvancılık uygulamaları ile beraber birçok çevresel sorun ortaya çıktı ve nihayetinde iklim değişikliği yaşanmaya başladı. Sera gazlarıyla beraber ozon tabakasına zarar verildi ve dünyanın mevcut işleyişi aksamaya başlayarak insanın yeryüzündeki varlığı tehlikeye düştü. Vaktiyle şaka yollu, “Benim kullandığım deodorant mı delecek ozon tabakasını?” diyen insan bugün; “Acaba dünyanın sonu mu geldi?” sorusunu sormaya başladı. Çünkü artık iklim değişikliğinin doğurduğu sonuçlar hepimizin kapısını çalıyor. Kasırga, fırtına, sel, heyelan, orman yangınları gibi felaketler gündelik hayatımızın ne yazık ki bir parçası haline geldi. Ülkemizde ve dünyada üst üste sıcaklık rekorları kırıldığı gibi son yıllarda sıcaklıkların tetiklediği doğa olayları artarak şehirlerimizi yıkıp sevdiklerimizi bizlerden ayırmaya başladı.
Genel olarak araştırmacılar iklim değişikliğinin insan sağlığı üzerindeki fiziksel etkilerini incelemiş ve çalışmalarını buna göre şekillendirmişlerdir. Fakat zaman içerisinde görüldü ki, iklim krizi sadece bedene değil, ruha da büyük bir tahribat veriyor ve insanların psikolojik sağlığını bozarak yaşamlarını sekteye uğratıyor. Konuyla ilgili giderek genişleyen bir araştırma literatürü mevcut. Bu literatüre göre değişen iklim koşulları; travma sonrası stres bozukluğu, majör depresif bozukluk, endişe, depresyon, suçluluk, vicdani travma, madde kullanımı ve intiharı doğrudan etkiliyor.
Bu sorunlardan kendimizi koruyabilmek mümkün mü? Bunun için neler yapılabilir?
Kendimizi ve dünyamızı koruyabilmek için geç olmadan eyleme geçmemiz gerekiyor. Bunun için; ihtiyaç dışı alışveriş, ulaşım, sebze ağırlıklı beslenme gibi günlük tercihlerinizi daha sürdürülebilir olanlarla değiştirip karbon ayak izinizi azaltabilirsiniz. Çevre dernekleri ve organizasyonlarda gönüllü çalışmalara katılıp hem bilgi alabilir hem de daha çok insanın bilinçlendirilmesinde rol alabilirsiniz. Yakın çevrenizle bu endişelerinizi paylaşıp onların da çevreye duyarlı tercihler yapmasına ön ayak olabilirsiniz. Özellikle ekran başında çok zaman geçirdiğinizi düşünüyorsanız bunun yerine boş zamanlarınızı doğada, sahillerde, parklarda geçirmeyi alışkanlık haline getirebilirsiniz. Geri dönüşüm, gıda atığını azaltma gibi konularda araştırmalar yaparak kendinizi geliştirebilirsiniz. Evinizin yakınlarında geri dönüşüm kutusu bulunmuyorsa belediyenizle iletişime geçip bu konuda bir adım atmasını talep edebilirsiniz veya öncü olabilirsiniz. Çocuk sahibi iseniz çocuğunuzla beraber doğada vakit geçirebilir, çocuğunuza erken yaşta doğa sevgisi aşılayıp sorumlu bir birey olarak büyümesine katkıda bulunabilirsiniz. İmkânınız varsa bahçecilikle uğraşabilir, yoksa balkon bahçeciliği ile çiçek, bitki ve sebze yetiştirebilirsiniz.
“İKLİM KRİZİNİN İNSAN RUHU ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİ ANLATAN EN İYİ KAVRAM ‘KAYIP’TIR”
Yaşanan afetler sonrasında insanların yaşadığı kaybın nasıl sonuçları oluyor?
İklim değişikliğine bağlı felaketlerin insan ruhunda oluşturduğu hasarlar ilk olarak travma ve şok ile kendisini gösteriyor. Bu felaketi yaşayan kişilerde; kişisel yaralanma, sevdiği bir kişinin ya da evcil hayvanın yaralanması veya ölümü, mal varlığının zarar görmesi, mesleğini kaybetmesi gibi sonuçlar görülüyor ve bu sonuçlar da psikolojik travmalar için müsait ortam hazırlıyor. Kişi bu olaylar sonucunda büyük bir travma ve şok yaşayabiliyor, ardından bu travmalar bir travma sonrası stres bozukluğuna dönüşebiliyor. İklim değişikliği kaynaklı afet ve psikoloji üzerine yapılan 36 temel çalışmada, tüm deneklerin afet sonrasında yüzde yedi ile yüzde 40’ının çeşitli psikolojik sorunlar yaşadığı ortaya konmuş durumda.
İklim krizinin insan ruhu üzerindeki etkisini anlatan en iyi kavram “kayıp”tır; çünkü insan bu kriz sonucunda birçok şeyi kaybeder. Afet bölgesindeki insanlar afet sonucunda sadece betondan, ahşaptan inşa edilmiş evlerini değil; yuvalarını, gençliklerini, hüzünlerini, mutluluklarını, sevdiklerinin mezarlarını, ait oldukları mekânları, kısacası kişisel tarihlerini geri dönüşü olmayacak şekilde kaybediyorlar. Ve bu kayıp aslında bir bakıma insanın dünya ile kurduğu hem fiziksel hem de en önemlisi duygusal bağın kaybolması anlamına geliyor.
İnsan bu noktadan sonra bir travmaya, depresyona ya da derin bir hüzne saplanabilir, hayatın anlamını sorgulayabilir. Kişinin yaşadığı bu kayıp; evini, ülkesini terk etmek zorunda kalan göçmenlerin yaşadığı ıssızlık, yalnızlık ve kayıp duygusuyla paralellik gösterir. Kendimize yurt bildiğimiz dünya giderek yurtsuzların barındığı bir yer haline dönüşüyor. Savaşları bir kenara bırakırsak sadece iklim değişikliği nedeniyle 2050 yılına kadar 200 milyon insanın evini terk etmek zorunda kalacağı tahmin ediliyor. Bu da bize içinde bulunduğumuz iklim krizinin ne derece tehlikeli olduğunu gösteriyor.
İklim insanın hayata bakışını nasıl etkiler? Örneklerle açıklayabilir misiniz?
İklimin insanın karakterini etkilediğini biliyoruz. İbn Haldun Mukaddime’sinde hava ve iklim şartlarının insan ahlâkı, huyu, mizacı, ruh yapısı, h√l ve hareketleri gibi konuları nasıl etkilediğini detaylıca anlatıyor. Günümüzde yapılan araştırmalar da bunu gösteriyor. Pekin Üniversitesinden Lei Wang’ın öncülüğünde yapılan yaklaşık 5 bin 500 Çinli ve 1.6 milyon Amerikalıya ait veriler incelendiğinde, ılıman iklimlerde yaşayan insanların daha uyumlu, daha merhametli, duygusal açıdan dengeli, dışa dönük ve yeniliklere açık kişiliklere sahip olduğu ortaya kondu.
“EKO-ANKSİYETE EN ÇOK GENÇ YAŞ GRUPLARINDA GÖRÜLÜYOR”
İklim kaynaklı psikolojik rahatsızlıklar nelerdir?
Televizyon ekranlarında iklim değişiklikleri ya da afetler sebebiyle yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan insanları izliyoruz. İzlediğimiz afetzedelerin yaşadıkları önemli bir başka kayıp ise günlük yaşam rutinleri, sıradan işleyişleri ve onlar için anlamlı olan eşyalar. Yaşanan bu kayıplar önemsizmiş gibi görünse de aslında bireyin öz benliğini ve kimliğini tehdit eder ve bozabilir. Bunun nedeni, rutinlerin ve anlam yüklediğimiz nesnelerin kim olduğumuzu, özellikle de yaşamdaki önemli anlarımızı, aile ve sosyal ilişkilerimizi sembolize etmesidir. İklim değişikliğinin doğurduğu afetler sonucunda her yıl dünya üzerinde yüz binlerce kişi sevdiklerini, evini, iş yerini ve hayatının anlamını kaybediyor. İşte tüm bu kayıplar kişinin ruh sağlığını doğrudan olumsuz biçimde etkiliyor.
İklim değişikliğinden kaynaklanan stres, dünyadaki birçok topluluğu etkiliyor. Örneğin, Cunsolo Willox, iklim değişikliğinin küçük bir Inuit topluluğuna etkilerini incelemiş. Hepsi toprağa güçlü bir şekilde bağlı olduğunu bildiren topluluk üyeleri, yerel iklimde değişiklikler olduğunu fark ettiklerini ve bu değişikliklerin kendileri üzerinde olumsuz etkilere katkıda bulunduğunu söylüyor. Çevre ile olan etkileşimin değişmesinin bir sonucu olarak, topluluk üyeleri gıda güvensizliği, üzüntü, öfke, artan aile stresi ve kendi kendine değer duygusunun ve toplumla bütünleşme hissinin azaldığını bildiriyor. Yaşlılar iklim hadiselerinin, Inuit dilinin ve kültürünün korunması için zihinsel refah ve sosyal uyumu doğrudan etkilediğinden özel bir endişelerini dile getiriyorlar.
Bu zorlukları yaşayan bazı kişiler dünyaya kötü davrandıkları için kendilerinden önceki nesillere öfke duyar, hatta bazen kendi geçmiş davranışlarını sorgular, bunlardan utanç ve suçluluk duyar. İklim hakkında takıntılı düşüncelerden bir türlü kurtulamaz ve nihayetinde uykusuzluk, iştahsızlık, madde kullanımı gibi problemler yaşamaya başlarlar.
Eko-anksiyete kavramı nasıl ortaya çıktı? Ne anlama geliyor?
Dünya günden güne yok oluyor. Sıcak hava dalgaları, küresel ısınma, kasırgalar, seller, belirli aralıklarla ekranlarda gördüğümüz eriyen buzullar zihnimizde artık “Acaba sona mı geldik?” sorusunu uyandırıyor ve bu soru da doğal olarak bizi endişelendiriyor, varlığımızı tehdit ediyor. Günümüzde, eko-anksiyetenin farklı tanımları bulunuyor. Bu tanımlar; çevresel felaketin kronik bir korkusu, varoluşun ekolojik temellerinin çöküş sürecinde olduğuna dair genelleştirilmiş duygu(lar), destek ortamlarıyla ilişkimiz hakkında spesifik olmayan endişe biçiminde ifade ediliyor. Bu tanımlardan anlaşılacağı üzere anksiyete, korku ve endişeyle yakından ilişkili ancak yine de farklı bir şey olarak kabul ediliyor. Standart tanımlarda korkunun daha somut bir tehditle ilişkili olduğu görülürken, anksiyete daha fazla belirsizlik içeren sıkıntılı bir durumdan kaynaklanıyor.
Genel itibarıyla eko-anksiyeteyi, dünyanın ve içinde yaşayan tüm canlıların geleceğinden emin olamama ve iklim krizine bağlı olarak yaşanabilecek ekolojik felaketlerden endişe duyma durumu şeklinde tanımlamak mümkün.
Eko-anksiyete en çok kimlerde görülüyor?
Günümüzde daha çok genç yaş gruplarında gördüğümüzü söyleyebiliriz. Çünkü bu yaş grubunda geleceğe karşı umutsuz olma durumu daha fazla. Bu umutsuzluk, ilerleyen safhalarda depresyona kadar gidebiliyor.
Eko-anksiyete için risk grupları var mıdır? Bu kaygılarla nasıl başa çıkılabilir?
Çevresel felaketler sebebiyle bulunduğu yeri terk etmiş insanlar, kurak bölgelerde yaşayanlar, çevre felaketlerinde sahada çalışanlar, anksiyete bozukluğu veya majör depresif bozukluk yaşayan kişiler, düşük gelir sahibi gruplar, küçük çocuklar, ergenler ve yaşlılarda eko-anksiyete daha sık görülebilir.
Bu kaygılarla başa çıkabilmek için şunlara özen göstermek gerekir:
- İklim krizi, çevresel felaketlerle ilgili bilgi alınan haber kaynaklarının güvenilir olmasına özen göstermek. Bilgi kirliliğinden olabildiğince kaçınmak.
- Sosyal medyada çevre felaketi senaryoları paylaşan hesapları takipten çıkarmak.
- Yaşanan çevresel felaketler hakkında beliren düşünce ve duyguların farkında olmak, onlara alan açmak.
- İklim krizi konusunda benzer duygular hisseden kişilerle bağlantı kurmak, duygu ve düşünceleri paylaşmak, sosyal bir destek almak.
- Beliren endişeden yola çıkarak bir eyleme geçmek. İklim krizinin önüne geçmek için küçük de olsa bireysel adımlar atmak (musluğu açık bırakmamak ya da yere çöp atmamak gibi).
Kuraklık ve sıcak hava dalgaları insanların davranışları üzerinde etkili mi? Nasıl?
Kuraklık ve sıcak hava dalgalarının, yüksek oranda kendine zarar verme ve intihara yol açtığına dair kanıtlar ortaya çıkıyor. Örneğin Güney Avustralya’daki Adelaide kentindeki ısı dalgaları, psikiyatri anlamında hastaneye başvurularda artışa neden olurken, sıcak günlerde kendine zarar verme ve hatta intihar nedeniyle hastaneye yatışlarda da artış görülüyor. Benzer biçimde, Qi’nin yaptığı çalışmada da Avustralya’da 1986’dan 2005’e kadar intihar oranlarının sosyo-çevresel itici güçleri araştırılmış. Çalışmadan ortalama sıcaklıktaki ani yükselmelerin bazı şehirlerde intihar için bir risk faktörü olarak nitelendirilebileceği sonucu ortaya çıkıyor. Çalışma boyunca, sekiz kentten bildirilen 28 bin 501 intihar vakası inceleniyor. Sydney ve Brisbane’de, bir aydaki aylık ortalama sıcaklığın bir önceki aya göre farkı bir derece artarken, bu şehirlerin her ikisinde de intihar oranlarında yüzde 3’lük artış olduğu ortaya çıkıyor. Böylece, Brisbane ve Sydney’de daha yüksek sıcaklıkların daha yüksek intihar oranlarına yol açtığı gösteriliyor.
Türk toplumu iklim sorunlarına karşı ne kadar duyarlı? Diğer ülke insanlarıyla kıyaslama yapma şansınız var mı?
İklim sorunlarına karşı duyarlılığın ülkemizde de yavaş yavaş geliştiğini söylemek mümkün. Her açıdan zengin ve bereketli topraklara sahip olduğumuz için bu güzelliklerin hiç sona ereceğini düşünmüyorduk fakat dünya sıcaklığının artması ile beraber kuraklık ülkemizi ciddi biçimde tehdit etmeye başladı. Türkiye gibi ülkelerde oluşan iklim dengesizlikleri, mevsimsel anlamda insan beklentilerinde de problemlere sebep oluyor. Bu durum, bireylerde iklim kaynaklı bir psikolojik dengesizlik hissi oluşturdu. İnsanların artık meteorolojiyi takip ettiklerini, kuraklık ile ilgili çeşitli kaynaklardan araştırma yaptıklarını ve yağışlardaki azalma sebebiyle gerek kendi gerekse çocukları adına umutsuzluğa kapıldıklarını ve bu durumun bir çeşit kaygı bozukluğuna sebep olduğunu biliyoruz.
KLİNİK PSİKOLOG GÖKHAN ERGÜR KİMDİR?
İstanbul Bilim Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisans eğitimini “Şiddet içerikli bilgisayar oyunu oynayan ikinci kademe öğrencilerinin saldırganlık eğilimlerinin ve benlik saygı düzeylerinin incelenmesi” başlıklı teziyle İstanbul Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Klinik Psikoloji alanında tamamladı. Üniversite eğitimleri sırasında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Kliniği, Balıklı Rum Hastanesi Psikiyatri Kliniği, Florya Doğa Koleji ve T.C. İstanbul Valiliği İstanbul Çocukları Vakfı‘nda stajlarını sürdürdü. Doktora çalışmasına Yakın Doğu Üniversitesinde devam eden Gökhan Ergür, Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi‘nin etik kurulunda yer almasının yanı sıra burada psikoterapi hizmeti de sunuyor. Aylık edebiyat ve fikriyat dergisi İtibar‘ın yayın kurulunda bulunan Gökhan Ergür, üç aylık psikoloji dergisi Nefes’in Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de sürdürüyor.