Background Image
Table of Contents Table of Contents
Previous Page  239 / 248 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 239 / 248 Next Page
Page Background

MAYIS 2017 239

getirir. Fotoğraf makinesinin

icadı bunun içindir,” der. Ve kendi

fotoğraf yolculuğunda da hep bu

amaçla basar deklanşöre. Onun

fotoğrafları yan yana geldiğinde

bir şehir, bir toplum ve bir dünya

kurulur sanki. Her bir fotoğraf

bu şehirden, bu toplumdan, bu

dünyadan geçip gitmiş hikâyelerin

hatırasını getirir bize. Bu nedenle

kendisinin şu cümlelerine hak

vermemek imkânsız: "İstanbul

fotoğraflarım olmasa, o eski

günler, bugün unutulmuş

olacaktı... Eski Şehir'den bir

şey kalmadı. Şehrin estetiği

değişti. Uygarlık ileriye gidiyor

ama insanlar güzellik anlayışını

kaybetti."

Yarım asır boyunca İstanbul’u

fotoğraflayan Ara Güler,

zannediyorum ki çok uzun bir

süre önce İstanbul’u fotoğraflamayı

bıraktı, ya da ben onun günümüz

İstanbul fotoğraflarına denk

gelmedim hiç. “İstanbul’da benim

için çekilecek bir şey kalmadı,”

sözü, fotoğrafçının özlemle andığı

eski İstanbul’un yerini alan ve

eskisine pek de benzemeyen ‘yeni

İstanbul’u kabullenememesinin de

bir ifadesiydi aynı zamanda.

Usta fotoğrafçı yeni İstanbul’u

nasıl gördüğünü böyle

tanımladıktan sonra asıl

konuya geliyor: “Artık ne zaman

İstanbul’da fotoğraf çekmeye

çıksam, böyle sokaklardan

geçiyorum. Oysa benim için

fotoğraf çekmek, içimde

hissettiğim dünyayı çekmektir.

Belki de yeniden fotoğraf

çekebilmek için ‘estetiksizliğin

estetiğini’ keşfetmem gerekli.

Onun adı da İstanbul olmaz, başka

bir şey olur.”

İstanbul zamana daha ne kadar ve

nasıl direnecek bilemiyoruz, içinde

bulunduğumuzdan günlerden

geriye hangi fotoğrafların

kalacağını da. Ancak kesin olan

bir şey var ki o da ustanın "limana

dönen Kumkapı balıkçıları", "Haliç

sandalcıları", "Galata rıhtımında

ayrılık", "arabalar arasında sıkışmış

bir hamal", "yağ iskelesinde iş

bekleyenler " ve daha pek çok

fotoğrafı ne zaman bir yerlerde

gözümüze ilişecek olsa, o kareye

takılıp düşünmeden yolumuza

devam edemeyeceğimiz ve bir

zamanların İstanbul’unu hep çok

özleyeceğimiz…

sığdırabildi, varsa bunun bir sırrı,

bilmek isterdim gerçekten. Sırrına

vakıf değiliz ama Ara Usta, bir

fotoğrafçıda bulunması lazım gelen

şeylerin altını çizmişti pek çok

kez. “Fotoğrafçı çok dolu olmalı,”

demiş ve fotoğrafçı adaylarına

şu zorunlu kriterleri getirmişti:

“Resim, müzik bilecek, tiyatrodan

anlayacak, çok okuyacak, anında

karar verebilecek, yani çok zeki

olacak. Zevkleri çok gelişmiş

olacak, kültürlü olacak. Bunlar

varsa fotoğrafçı olur.” “Fotoğraf

sanatçısı” olarak anılmaktan

hoşlanmayan ve kendini hep

“foto-muhabiri” olarak gören Ara

Güler’in fotoğraflarını benzersiz

kılan şey de kuşkusuz ki onun sıkı

bir entelektüel olmasıdır. Dönemin

edebiyatçı ve sanatçılarının,

babasının yakın arkadaşı olması,

küçük yaşlardan itibaren aile dostu

Muhsin Ertuğrul’dan oyunculuk

dersleri alması, Ara Güler’in

bu birikime sahip olmasını

sağlamıştır.

Peki neden kendisini hep foto-

muhabiri olarak görür diyecek

olursanız, ona da bir yanıtı var

ustanın: “20 yüzyılın tarihçileri

foto muhabirleridir. Fotoğraf icat

edildiğinden bu yana tarihi foto

muhabirleri yazıyor. Örneğin,

Vietnam Savaşı sırasında tarihe

tanıklık ederken yaşamını yitiren

98 gazeteciden 96’sı foto muhabiri,

ikisi yazardı. Diğer yazarlar,

evlerinde, işyerlerinde rahat

koltuklarında oturmaktaydı. Biz,

foto muhabirleri yaşadığımız çağın

tarihi anlarını ölümsüzleştiriyoruz.

Bu anları saptayıp gelecek kuşaklara

bırakıyoruz. Düşünün bir, Anadolu

Harekâtı esnasında kimsenin

aklına fotoğraf ya da film çekmek

gelmemiş. Kimse bu işin öneminin

farkına varamamış. Bugün de

Türkiye’de, Türk basınında fazla

değişen bir şey yok.”

“BİR ARŞİV, BİR DÜNYAYI

GETİRİR”

Ara Usta, “Fotoğraf bir alettir,

makinedir. Onunla hayatı

yakalarsın. Bir arşiv bir dünyayı

“İnsan hayatında 100

fotoğraf çekse, çok

büyük fotoğrafçı

sayılmalıdır. Bir

fotoğrafçıdan geriye 100

fotoğraf kalması, çok

büyük bir şeydir. Bir

romancı için de böyledir.

Hugo’dan geriye ne

kalmıştır?